Anasayfa Hesabım DAVA ADAMININ YOL REHBERİ
DAVA ADAMININ YOL REHBERİ

        Dava adamı, öncelikle davasını tanımalı, ilmi bir altyapıyla davasını kendi zihin dünyasında inşa etmelidir. Bunun için talim ve terbiye yollarından geçmelidir. Alalade olaylarla ebedi bir davayı ölçmemek için nasıl bir yolda yürüdüğünü bilmeli, yolda yürürken gönlünde ve zihninde de yürümelidir. Bu ibadet, itaat ve tefekkür gerektiren bir süreçtir. Bu sebeple önden giden dava adamlarını tanımalı onların sabrı nasıl kuşandığını anlamalı, bu teşvikle sağlam adımlarla hakiki hedefe ilerlemelidir ki gönül başka davalara kapılmasın, yeise düşülmesin. Çünkü umutsuzluk öyle bir hastalıktır ki içine düşen mutlaka boğulur.

Dava adamı; “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten nehyeden bir topluluk bulunsun.” ayetini kendisine vazife edinmeli, sırtını hakka dayayıp doğru adımları attıktan sonra önce Allah’a sonra kendine ve yoldaşlarına güvenmeli, böylece tevekkülü kuşanmalıdır. Aksi halde yenilmişlik duygusu ve bozgun korkusunun ruhunu esir alacağını bilmelidir. Büyük düşünmeli ancak fırtınalara yön verenlerin kelebeklerin kanat çırpışları olduğunu unutmamalıdır. Bu şuurla kanat çırpmaya devam etmelidir.

Dava adamı, hayatını her konuda mü’min bir üslupla yaşamalıdır. İlmi ile hurafeleri kökten reddetmeli ve bu mesele üzerinde ehemmiyet göstermelidir. Çünkü din hurafeleri yok etmezse hurafelerin dini yok edeceğini unutmamalıdır. Bu sebeple Allah’ın ipi olan Kur’an’a sıkı sıkıya bağlanmalı, Resûlullah’ın sünnetini ise bir prototip olarak görmeli, yaşamaya ve yaşatmaya çalışmalıdır. Uygulamaya konulmayan, kalplerde gizli kalmış iyi niyetlerle Müslüman olunmadığını bilmeli ve çevresine anlatmalıdır. Ancak bunu yaparken tartışmacı değil, yapıcı bir üslupla hareket etmelidir. Eleştirinin bir ibadet olduğunu bilmeli, eleştirinin olmadığı yerde putçuluğun başlayacağını unutmamalıdır.

Dava adamı kendi görüşlerini destelemek için Kur’an ve sünnetten delil aramamalıdır. Bu konuda pür dikkat olmalıdır. Bunun ideolojik bir fikir değil, çok şiddetli ve ateşli bir hastalık olduğunu bilmelidir. Bu hastalıktan korunmak için Kur’an ve sünnete göre kendi görüşünü düzeltmeye azami gayret göstermelidir.

Dava adamı; İbrahim (as) gibi tevhid ehli, güçlü, temkinli, ihtiraslarına hakim, makul, müsamahakar, yumuşak huylu, bağrı yanık ve kendisini Allah yoluna adamış bir fedai olmalıdır. İmran’ın hanımı gibi en kıymetlisini, doğacak çocuğunu, cinsiyetine bakmaksızın sadece Allah’a adamalıdır. Allah’a adamanın ve adanmanın basit bir söz olmadığını, bunun şuurunda olmanın bile ne büyük bir hal olduğunun farkında olmalıdır.

Dava adamı, davasını şahıslara değil hakikate bağlamalıdır. Aksi halde; başarı, davanın değil şahısların olur. Hüsran ise insandan doğar.

Dava adamı öncelikle her mümin gibi farzları ihya etmelidir ki, nafileleri makbul olsun. Asıl tebliğin İslam’ı yaşamak olduğunu unutmamalıdır.  Hakiki Müslümanlığı en büyük kahramanlık olarak görmelidir. Çünkü dava adamı bilmelidir ki Allah’a “kul” olmadan davasına “er” olamaz. Davasına er olan esareti fiziki olsun - zihni olsun kökten reddeder, şanlı ve güzel ölümü, şehadeti her türlü esarete tercih eder. Çünkü ölümü, tehlikelerle dolu bir hayattan ebedi nimet ve saadetlerle dolu bir hayata geçiş köprüsü olarak görür.

Dava adamı için “dava” ile “sevda” eş anlamlıdır. “Kim var!” diye seslenildiğinde sağa sola bakmadan “Ben varım!” diye cevap verir. Ancak kalbini dağıtmaz, asli vazifelerini yerine getirmeden gereksiz sorumluluk alıp, altında kalmaz. İşlerinin vaktinden çok olduğunu bilir. Üzerine düşen sorumluluğu dünyayı yönetiyormuşcasına bir hassasiyetle programlı yapmaya gayret gösterir. Doğru bildiği yolda tek başına kalsa da dünyanın en önemli işini yaptığının farkında olarak yürümeye devam eder. Asla neticeye takılmaz. İslam’la çelişen bir hesapta kazanç değil mutlak hüsran görür. İnsanların başarı olarak gördüğü şeyleri değil Allah’ın başarı olarak gösterdiği amellere yönelir. Gevşeklik göstermez, üzüntüye kapılmaz. Çünkü Allah’a inandığı için üstün gelecek olduğunu bilir. Bütün güzelliklerin, hayırların, üstünlüklerin ve şereflerin Allah’tan olduğunu bilir. Kendisinin de Allah’a ve sevk-i ilahisine muhtaç olduğunu unutmaz.

Dava adamı, her yerde davasını yaymaya çalışır, onun için bu dünyada yaşamanın yegane gayesi hakka hizmet ve adeleti tadbik etmektir. Irkçılığa ve toprağa değil, menfaate ve ganimete değil, kendisine, vakfına, cemaatine veya tarikatine değil, Allah’a davet etmelidir. Buna önce evinden, sokağından, işinden ve hayatından başlamalıdır. Çünkü bilmelidir ki evlerimizde kurulmayan İslam Devleti, sokaklarımızda kurulamaz. Sokaklarımızda, hayatlarımızda ve insani ilişkilerimizde uygulanmayan adalet şehirlerimizde, ülkelerimizde ve uluslararası camiada uygulanamaz.

Dava adamı, okumayı boş zamanlarını değerlendirebileceği bir eylem olarak görmemeli, hayatı anlama ve doğru yaşama çabası olarak yaşamın tam ortasında konumlandırmalıdır. Çünkü dava adamı; okumanın, özgürlüğün ta kendisi olduğuna inanmıştır. Bir kitap ve bir uyarıcıyla insanların hayatının nasıl değişebileceğinin farkındadır. Yol kesenlerin Kur’an’ı okuyup öğrenince, yol gösterici olduğunu unutmamıştır. Kur’an merkezli okumaya gayret gösterir. Kur’an’a bir düşünce biçimi, bir görüş olarak değil yaşama üslubu ve hayatın ta kendisi olarak bakar. İslam toplumunu sadece mazinin tatlı hatıraları olarak görmez. Maziyi bir model olarak görür ve istikbalin İslam’a ihtiyacını bilir.

Dava Adamı ahlakı ve iffetiyle Allah adamı, Allah insanı olmalıdır. Hata yapmamaya gayret etmeli ama insan olduğunu unutmamalıdır. İnsan için hata yapmak alalade bir olaydır. Ancak tevbe ve istiğfar ile Allah’a sığınmayıp hatada ısrar etmek ne büyük bir çöküştür. Öyleyse dava adamı; iffetin kadınların süsü, erkeklerin de üstünlük alameti olduğunu bilmelidir. Fazileti makamda, mevkide ve dünyevi güzelliklerde aramamalı, bu davada rahatın en sinsi düşman olduğunu unutmamalıdır. Ahlakını, bulunduğu konuma göre değil İslam’a göre şekillendirmelidir. Her zaman vasat ümmet olduğunu hatırlamalı ve ifrat ve tefritten kaçınarak itidali tutmalıdır. Cömertliği; israf ve cimriliğin denge unsuru olarak görmelidir. Evliliği; fuhşiyat ve ruhbanlığın itidali olarak bilmelidir. Yiğitliği; zalim ve mazlum olmaktan kaçınmak için seçmelidir. Hülasa; itidali en yüksek fazilet, ilmi en büyük servet, tevâzu ve takvayı en büyük şeref olarak gören Rahman’ın halis kullarından olmalıdır.

Dava adamı her yaşta “Savaşacak kadar genç ve ölecek kadar yaşlıdır.” Dava adamı her daim şehadete taliptir. Şehitliği ulaşabileceği en büyük rütbe ve şeref sayar.  Bir davanının uğrunda ölünecek kadar kıymeti yoksa uğrunda yaşanacak kadar da kıymeti yoktur. O halde Allah için yaşamalı, Allah için ölmeli ve ödülü sadece Allah’tan beklemelidir. Ölümü hayata tercih edenlerin önünde hiçbir gücün karşı duramayacağı bilmelidir.

CÜHEYMAN TAHA AYDIN