Dava adamı, öncelikle davasını tanımalı, ilmi bir altyapıyla
davasını kendi zihin dünyasında inşa etmelidir. Bunun için talim ve terbiye yollarından
geçmelidir. Alalade olaylarla ebedi bir davayı ölçmemek için nasıl bir yolda
yürüdüğünü bilmeli, yolda yürürken gönlünde ve zihninde de yürümelidir. Bu
ibadet, itaat ve tefekkür gerektiren bir süreçtir. Bu sebeple önden giden dava
adamlarını tanımalı onların sabrı nasıl kuşandığını anlamalı, bu teşvikle sağlam
adımlarla hakiki hedefe ilerlemelidir ki gönül başka davalara kapılmasın, yeise
düşülmesin. Çünkü umutsuzluk öyle bir hastalıktır ki içine düşen mutlaka
boğulur.
Dava adamı; “Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten nehyeden bir topluluk bulunsun.” ayetini kendisine vazife edinmeli, sırtını hakka dayayıp doğru adımları attıktan sonra önce Allah’a sonra kendine ve yoldaşlarına güvenmeli, böylece tevekkülü kuşanmalıdır. Aksi halde yenilmişlik duygusu ve bozgun korkusunun ruhunu esir alacağını bilmelidir. Büyük düşünmeli ancak fırtınalara yön verenlerin kelebeklerin kanat çırpışları olduğunu unutmamalıdır. Bu şuurla kanat çırpmaya devam etmelidir.
Dava adamı, hayatını her konuda mü’min bir üslupla yaşamalıdır. İlmi ile hurafeleri kökten reddetmeli ve bu mesele üzerinde ehemmiyet göstermelidir. Çünkü din hurafeleri yok etmezse hurafelerin dini yok edeceğini unutmamalıdır. Bu sebeple Allah’ın ipi olan Kur’an’a sıkı sıkıya bağlanmalı, Resûlullah’ın sünnetini ise bir prototip olarak görmeli, yaşamaya ve yaşatmaya çalışmalıdır. Uygulamaya konulmayan, kalplerde gizli kalmış iyi niyetlerle Müslüman olunmadığını bilmeli ve çevresine anlatmalıdır. Ancak bunu yaparken tartışmacı değil, yapıcı bir üslupla hareket etmelidir. Eleştirinin bir ibadet olduğunu bilmeli, eleştirinin olmadığı yerde putçuluğun başlayacağını unutmamalıdır.
Dava adamı kendi görüşlerini destelemek için Kur’an ve
sünnetten delil aramamalıdır. Bu konuda pür dikkat olmalıdır. Bunun ideolojik
bir fikir değil, çok şiddetli ve ateşli bir hastalık olduğunu bilmelidir. Bu
hastalıktan korunmak için Kur’an ve sünnete göre kendi görüşünü düzeltmeye
azami gayret göstermelidir.
Dava adamı; İbrahim (as) gibi tevhid ehli, güçlü, temkinli,
ihtiraslarına hakim, makul, müsamahakar, yumuşak huylu, bağrı yanık ve
kendisini Allah yoluna adamış bir fedai olmalıdır. İmran’ın hanımı gibi en kıymetlisini,
doğacak çocuğunu, cinsiyetine bakmaksızın sadece Allah’a adamalıdır. Allah’a
adamanın ve adanmanın basit bir söz olmadığını, bunun şuurunda olmanın bile ne
büyük bir hal olduğunun farkında olmalıdır.
Dava adamı, davasını şahıslara değil hakikate bağlamalıdır.
Aksi halde; başarı, davanın değil şahısların olur. Hüsran ise insandan doğar.
Dava adamı öncelikle her mümin gibi farzları ihya etmelidir
ki, nafileleri makbul olsun. Asıl tebliğin İslam’ı yaşamak olduğunu
unutmamalıdır. Hakiki Müslümanlığı en
büyük kahramanlık olarak görmelidir. Çünkü dava adamı bilmelidir ki Allah’a
“kul” olmadan davasına “er” olamaz. Davasına er olan esareti fiziki olsun - zihni
olsun kökten reddeder, şanlı ve güzel ölümü, şehadeti her türlü esarete tercih
eder. Çünkü ölümü, tehlikelerle dolu bir hayattan ebedi nimet ve saadetlerle
dolu bir hayata geçiş köprüsü olarak görür.
Dava adamı için “dava” ile “sevda” eş anlamlıdır. “Kim var!”
diye seslenildiğinde sağa sola bakmadan “Ben varım!” diye cevap verir. Ancak
kalbini dağıtmaz, asli vazifelerini yerine getirmeden gereksiz sorumluluk alıp,
altında kalmaz. İşlerinin vaktinden çok olduğunu bilir. Üzerine düşen
sorumluluğu dünyayı yönetiyormuşcasına bir hassasiyetle programlı yapmaya
gayret gösterir. Doğru bildiği yolda tek başına kalsa da dünyanın en önemli
işini yaptığının farkında olarak yürümeye devam eder. Asla neticeye takılmaz.
İslam’la çelişen bir hesapta kazanç değil mutlak hüsran görür. İnsanların
başarı olarak gördüğü şeyleri değil Allah’ın başarı olarak gösterdiği amellere
yönelir. Gevşeklik göstermez, üzüntüye kapılmaz. Çünkü Allah’a inandığı için
üstün gelecek olduğunu bilir. Bütün güzelliklerin, hayırların, üstünlüklerin ve
şereflerin Allah’tan olduğunu bilir. Kendisinin de Allah’a ve sevk-i ilahisine
muhtaç olduğunu unutmaz.
Dava adamı, her yerde davasını yaymaya çalışır, onun için bu
dünyada yaşamanın yegane gayesi hakka hizmet ve adeleti tadbik etmektir. Irkçılığa
ve toprağa değil, menfaate ve ganimete değil, kendisine, vakfına, cemaatine
veya tarikatine değil, Allah’a davet etmelidir. Buna önce evinden, sokağından,
işinden ve hayatından başlamalıdır. Çünkü bilmelidir ki evlerimizde kurulmayan
İslam Devleti, sokaklarımızda kurulamaz. Sokaklarımızda, hayatlarımızda ve
insani ilişkilerimizde uygulanmayan adalet şehirlerimizde, ülkelerimizde ve
uluslararası camiada uygulanamaz.
Dava adamı, okumayı boş zamanlarını değerlendirebileceği bir
eylem olarak görmemeli, hayatı anlama ve doğru yaşama çabası olarak yaşamın tam
ortasında konumlandırmalıdır. Çünkü dava adamı; okumanın, özgürlüğün ta kendisi
olduğuna inanmıştır. Bir kitap ve bir uyarıcıyla insanların hayatının nasıl
değişebileceğinin farkındadır. Yol kesenlerin Kur’an’ı okuyup öğrenince, yol
gösterici olduğunu unutmamıştır. Kur’an merkezli okumaya gayret gösterir.
Kur’an’a bir düşünce biçimi, bir görüş olarak değil yaşama üslubu ve hayatın ta
kendisi olarak bakar. İslam toplumunu sadece mazinin tatlı hatıraları olarak
görmez. Maziyi bir model olarak görür ve istikbalin İslam’a ihtiyacını bilir.
Dava Adamı ahlakı ve iffetiyle Allah adamı, Allah insanı
olmalıdır. Hata yapmamaya gayret etmeli ama insan olduğunu unutmamalıdır. İnsan
için hata yapmak alalade bir olaydır. Ancak tevbe ve istiğfar ile Allah’a
sığınmayıp hatada ısrar etmek ne büyük bir çöküştür. Öyleyse dava adamı; iffetin
kadınların süsü, erkeklerin de üstünlük alameti olduğunu bilmelidir. Fazileti
makamda, mevkide ve dünyevi güzelliklerde aramamalı, bu davada rahatın en sinsi
düşman olduğunu unutmamalıdır. Ahlakını, bulunduğu konuma göre değil İslam’a
göre şekillendirmelidir. Her zaman vasat ümmet olduğunu hatırlamalı ve ifrat ve
tefritten kaçınarak itidali tutmalıdır. Cömertliği; israf ve cimriliğin denge
unsuru olarak görmelidir. Evliliği; fuhşiyat ve ruhbanlığın itidali olarak
bilmelidir. Yiğitliği; zalim ve mazlum olmaktan kaçınmak için seçmelidir.
Hülasa; itidali en yüksek fazilet, ilmi en büyük servet, tevâzu ve takvayı en
büyük şeref olarak gören Rahman’ın halis kullarından olmalıdır.
Dava adamı her yaşta “Savaşacak kadar genç ve ölecek kadar
yaşlıdır.” Dava adamı her daim şehadete taliptir. Şehitliği ulaşabileceği en
büyük rütbe ve şeref sayar. Bir
davanının uğrunda ölünecek kadar kıymeti yoksa uğrunda yaşanacak kadar da
kıymeti yoktur. O halde Allah için yaşamalı, Allah için ölmeli ve ödülü sadece
Allah’tan beklemelidir. Ölümü hayata tercih edenlerin önünde hiçbir gücün karşı
duramayacağı bilmelidir.
CÜHEYMAN TAHA AYDIN